Ұмытылмаған отан, Ұмытылмайтын отандастар


-17 Mart Gündönümü. Astana-İstanbul: Zeytinburnu



бет7/21
Дата28.04.2017
өлшемі13,87 Mb.
#15215
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   21

16-17 Mart Gündönümü. Astana-İstanbul: Zeytinburnu. Allah’ın bir gün boyunca insanlara verdiği güneş ışığını beş saat fazlasıyla yaşayarak, batan güneşle yarışarak İstanbul’un Atatürk Havaalanına konduk. Astana’dan kuvvetli rüzgarla uğurlanmıştık. Burada hafif bir serinlik var. Karşılayan kimseler yok…Yarım saat geçtikten sonra endişelenmeye başladım. Havaalanı çok yabancı değildi. Ne varki endişe başladı bir kere. “Şu söyledikleri bedava izzet-i ikram boş laf olmasın” gibi kötü düşünceler de zihnimi kurcalıyor. Okurken anlaması kolay gelen Türkçenin konuşmaya gelince yabancılaşı-verdiğini hissedersiniz. Nihayetinde polise derdimi anlata-bildim. Cevabını da anladım. Meğer bekleme salonunu şaşırmışım. Havaalanının yolcu uğurlayanları içeriye sokmadığı barikatları hatırladım. Dışarıya çıktığımda şeytankulağını kulağına yapıştırmış halde “İşte geliyor!” diye seslenen ŞükrüAli bana doğru seğirtti. O zamana kadar Hasan Ağamız Münih’ten iki kere aramış bile. Az daha onlar da polise gideceklermiş.

Sesimi duyduktan sonra Hasan Ağanın endişesi hafifledi. Yine de “ Kendisi Münih’teyken İstanbul’a gelen yolcuyu karşılayan kişiyi ilk defa görüyorum” fikri zihnimden geçiverdi. Eminim bıyık altından gülmüştür tabii. Yeğenleri ŞükrüAli ile Ramazan bana dik dik baktıktan sonra “ Oo Ağabeyimiz çok meraklandı, sizi karşılamak için beni taa Salihli’den (mesafe 900km) çağırttı. Memleketinize geri yolcu edinceye kadar gece-gündüz Ramazan’la ikimiz yanınızda olacağız. Kendisi doktorun tavsiyesine uymak zorundaydı. Bu yüzden sizin bütün seyahatinizi programladı. Maltepe (üniversitesine)ye yarın gideceksiniz. Kalacağınız otelin ücreti ödendi. Bundan sonraki programınızı da kendisi takip edecek, dediler.

Böylece emir demiri kesti. Ben Has-Ağa’nın kızkardeşi Galiya ablanın evinde kalacak oldum. Kazakları kanına düşkün derler. Aslında Kazaklar değil, Kazakların kızları kanına düşkündür. Erkekleri kırk düğüm bin beladan kurtarabilecek kadar güvenilir canlardır- ablalarım ve kızkardeşlerim. Bu tecrübe bana çocukluğumdan mirastır. Bu düşünceler içinde, Galiya ablanın kapısı açılır açılmaz… öyle rahatladım ki. Tıpkı kendi halamın-ablamın evindeymişim gibi. Artık Almanya’dakiler endişelenmesin diye düşünürken Has-Ağa’da şeytankulağı zırıldattı. Kendime yapılan hürmeti yadırgamama rağmen yine de şöyle bir lafla çimdiklesem mi fikrine rağmen, sesimdeki müteşekkir ton, kendimi ele verdi. Derhal İstanbul’daki Kazakların “Assalamu aleykum” le gelen hoşgeldin ziyareti başladı. Gecenin yarısı oldu. Aileden miras “tatlı ifadelerle” hepsinin gönlünü aldım. Galiya abla, bütün sülalenin, Kazaklaşan Türklerin, Türkleşen Kazakların hepsinin sığındığı sıcak yuvanın sahibiymiş. Nurgocay Bahadır’ın Hatıratını dağıttım. Gece yarısını geçe hoşgeldinciler de veda etti.

Bizden önce bu evde Muhtar Magavin ile Rımgali Nurgaliyevlerin de kaldığı koridorun sonundaki odadaki yumuşak yatakta bu günlüğü acele yazdım. Tanışacak çok kişi var dendiği için bu gecenin dostlarının çoğunun ismini hatırlayarak kaydetmeye yeltenmedim. Bu satırları yazmak için gerekli olan zindelik de, Galiya ablanın koyu kırmızı sıcak (tavşan kanı).. ve bedava çayıydı. Seyahatlerimde en çok çay ararım, Has-Ağa beni o dertten de kurtardı. Ertesi, sabahın köründe Maltepe’ye gideceğiz. Yurtdışına çıktığımı sezmeden gözlerim kapandı…( …)



17 Mart. İstanbul: Zeytinburnu-Maltepe. Bugün hayırlı bir güne başladık. Ölçüsü kısa bir günün rızkını hayatın üç günlük etkisine eşit saydık. Günün hayrını getiren sabahın tadını tatlandıran şey de, Galiya ablanın sabah kahvaltısındaki çayıydı. Hayatta çayların en güzelini de içiyoruz ama o sabahki kahvaltının önemi farklıydı. Ben annemi erken kaybetsem de, halalarımın, yengelerimin şefkatle büyüttüğü yetimlerdenim. Ben çocukken onlar sabahın köründe kahvaltı sofrasına dolapta ne varsa dizer, çayları tadında demler ve benim kalkacağım vakti beklerlerdi. Beni seslenerek değil, çaydanlıktaki çayın karanfil kokusuyla, öyle şefkatli bir tavırla sessizce uyandırırlardı. Yarabbi! Galiya abla da beni tam onların kullandığı “tertiple” uyandırdı. Tüylerim diken diken oldu, yüreğim ezildi… Meğer ŞükrüAli’yle Ramazan çoktan gelmişler, beni bekliyorlarmış. Sofrada, dedim ya, tıpkı benim çocukluğumdaki gibi…ağız, süzme, yoğurt, süt kaymağı, akıtma, ak kurut, peynir kurutu, ak kurabiye, bal, kavurma, süt, ayran, hurma, zeytin, çilek reçeli, sıcak ekmek, tereyağı. Tıpatıp babaannem Dinakan’ın, halalarım Cabağı, İyzagül, Tübitkan, Ayımhan, Raşkan, yengelerim Sakeş, Külümhan sofraları. Sofradaki çeşitlerin herbirini tek tek tadına bakınca ancak doyacağınız kadar ölçülü servis edilmiş bir sofra. Oyy Allahım! Bu kadar da benzerlik olur muş! Sadece babaannemin ayaklarıma masaj yapması, Cabağı, İyzagül halalarımın alnımı okşaması eksik gibi. Tübitkan ile Raşkan şimdi bile seyrek de olsa beni hala şımartırlar. Artık altmış yaşına gelmişken, onların torunlarıyla yarışmak istemesem de, başım hep onların dizlerine doğru düşme eğilimindedir… Ben bu duygularımı, tabii ki, Galiya ablaya söyleyemedim. Sadece:” Galiya abla, anneden gördüğünüz terbiyeniz olmalı. Dayılarınız asil kişiler olmalı (Alibek Hakim ve Ağabeyi Adilbek Mollanın aldığı hanımları Nayman kabilesinin kızlarıdır). Çayınızın tadından anlaşılıyor dedim. Galiya abla ile Sıdıkan ağa sözümü anlayarak gülümsediler. Şimdiki devrin gençleri olan ŞükrüAli’yle Ramazan sadece bakıştılar.

Bugünün uzun ve yorucu programı için acele etmem gerekse de herşeyi yavaştan aldım. Duygularımı alt üst eden bu güzel sabahın beni beşik gibi sallayan çocukluk yıllarıma döndüren hisleri daha yeni uyanırken, bundan altmış sene önce vatanından on üç yaşında küçük bir kızken ayrılan bu hanımın anasından öğrendiği terbiye ile, ulusunun temel geleneklerini tamı tamına yansıtarak hazırladığı sabahki kahvaltı adetlerini sindire sindire yaşamak istedim. Kazak vatanındaki Kazaklar tarafından bile unutulan geleneksel sofra adabı, artık canları hoş bir sedaya dönüşmüş geçmişte kalmış sevdiklerime duyduğum özlem, babaannem ve halalarımı hatırlatan Galiya abla da benim öz ablammış sözlerini günlüğüme yazdım. İşte, vakit gece yarısını geçmekte iken ben de onların hepsine karşı özlemimin büyüklüğünü idrak ederek, kendimi toparlamam için kalemimi elimden bırakıyorum…



Kalemi elime tekrar aldığımda, gözlerimin önünde İstanbul sabahı canlandı. Sabahın yedisindeki trafik karmaşası, yollardaki sıkışıklıklar, dönemeçler ve arabaların duvarlara sürtünerek yol alışı, tarihteki Konstantiniyye’yi gözlerinizin önüne getiriverir, sizi binlerce sene öncesine götürür gibiydi. Tarihin en eski çağlarından beri Avrasya’nın kapısı olan bu mekan. Asırlar boyunca devam ede-gelen dünya tarihinin, geçmiş uygarlıkların ve sonradan kurulan yeni alemlerin kader çizgileri. Antik dünya ile Türk dünyasının zıtlıkları ile aynılıkları, şehrin birçok noktasında bulunan geçmişin izleri, Topkapı, Ayasofya, Sultan Ahmet günün yirmi dört saati, senenin 365 günü ve ebediyen hep zihinleri işğal ediyor, istemesek de karşılaştırıyoruz, Adım başı tarih. Onu ölçmeyle, tanımayla, ve görmeyle bitirmenin mümkünatı yok gibi. Oldukça dar bir sokaktan geçerken Ramazan: Eski İstanbul sokaklarında gözü kapalı olarak araba kullanabilirim. Ben bu şehirde doğdum ve büyüdüm. Benim mekanım da vatanım da İstanbul’dur. Belediye taşıtları Maltepe’ye üç saatte gider. Ben sizi oraya bir saatte götüreceğim dedi. Böylece yokuşları-inişleri, dönemeçleri-köşeleri, sokakları-caddeleri, meydanları, sarayları geçerek Avrupa yakasındaki eski Konstantiniyye’deki Topkapı’ya geldik. Tam karşımızda denizin tam ortasında, Kazaklarında masallarında anlatıldığı gibi kızını ölümden korumak için denizin ortasına yaptırdığı kulede saklayan ancak sepete giren bir yılan sokmasıyla ölen prensesin adını ölümsüzleştiren KIZ KULESİ vardı. Türklerin gözyaşlarınızı tutamadan seyrettiğiniz acıklı filmlerinden de acıklı bu KIZ KUlESİne gitmemi ve onun resimlerini geirmemi rica eden küçük kızım Nazım’ın dileğini gerçekleştirmenin imkanı doğmuş gibiydi. Kız kulesini yaptıran padişahın (Kazaklardaki ) adı neydi? Akça Han mı, Aknazar Han mı, Karahan mı? Hani o antik efsanedeki hanın adı neydi?.. Dur!.. Ya bu bizi nereye götürüyor? Asss-Sabır. Düşüncelere dalacak vaktimiz yoktu.



Достарыңызбен бөлісу:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   21




©engime.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет