Ұмытылмаған отан, Ұмытылмайтын отандастар



бет40/51
Дата05.02.2022
өлшемі13,87 Mb.
#22958
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   51
19 Mart. İstanbul-Ankara. Sabahki vedalaşmalardan sonra oteldeki odama çekildim. Kar atıştırmaya başladı. Her zamanki yere değmeden havada eriyen türünden. Halbuki televizyon haberlerinde “ böyle yoğun kar İstanbul’akışın da yağmamıştı” şeklinde haberler verilmeye başladı. Ama bizim diyarda böyle hafif yağışlar beşikteki çocuk oyuncağı gibi karşılanır. Astana’daki tipinin etkisi buraya ancak yetişmişe benziyor. Trafikte sıkışıklık olmuş. Şükrü Ali ile Ramazan da geciktiler. Meğer İstanbul’da bir caddede olan trafik problem bütün yol boyunca akan trafiği etkilermiş. Üstelik hırsızlık olmuş ve hırsızı yakalamaya çalışanlar da trafiğe takılmışlar. Bizim belediyeciler” haberleşmese de ben televizyondan takip ediyordum. Sonunda onlar ancak öğle saatinde gele-bildiler. Bu dört saatlik süre boyunca edindiğim intiba; hava durumunun çok zorlu koşullarda devam ettiği Kazakistan’daki Kazakların çok dayanıklı olduklarıydı. Geçmişte göçebeler, taştan yapılmış kalelerde oturan ve devamlı ordusu olan Bizans’ı nasıl yendiler diye merak ederdim. O sorunun cevabının tabiat olaylarına dayanıklılıktan kaynaklandığı şimdi belli oluyor. Sıcak iklimlerde yaşayan insanlar zamanla dayanıksızlaşıyorlarmış. Onlar hayatlarında bir kere ölürler. Ama göçebelerin hayatı hergün ölmek ve dirilmekle geçer. Kurtlar gibi mücadeleli hayat sürdürmeleri de işte bu sebeptendir. Bu seyahat süresince, Türkiye’nin dört köşesini gezip-göreceğe benziyorum, buna dikkat etmem gerekiyor. İkinci konu ise hava durumuyla ilgili haberlerdeki panik havası ile İstanbul’un hangi köşesinde ne çalındı, nerede kaza oldu, Oteldeki çalışanların konuştuğu da bundan ibaret. Futbol hakkında da konuşulmuyor çünkü o konudaki haberlerde saniyesinde televizyondan yayınlanıyor. Bu satırları yazarken benim “belediyeciler” de geldiler. Yollara düştük.
Her zaman ki adetim üzere, gözüme ilişen bütün mekanları, geçmiş tarihleriyle beraber hayal ederim. Mekan isimleri hep tanıdık. Tamı tamına Kazak isimleriydi. Bizim (Kazakistan) yolarındaki gibi Pokrovka, Mihaylovka, Kiyevka, Sofiyevka, İlyiçevka, Algabas, Ridder gibi isimlerin yerine Kocaeli, Sakarya, Bolu, Çanakkale, Karaburun, Karayurt, Angar, Sakızsu, Yenikora, Köseler, Buruncuk, Çandırlı, Birkamav, Zeytindal, Akçay, Aksaray, Asandağ, v.b. isimlerle anılıyor. Bu ifadelerden bile bölge tabiatı ile tarihini anlamak mümkündür. İşte bu özellik gerçek manevi bağımsızlık demektir.
Yollar ve yol isimleri, bugünkü Kazakistan Kazaklarının en önemli meselesidir. İstanbul ile Ankara arası 600 km.dir. Şehirler-köyler, dağlar-tepeler, ovalar-yaylalar, yüksekdağların bağrını delerek yapılan tüneller, köprüler ulaşım için çok rahat şekilde inşa edilmişler. Önce deniz kenarından geçen ve sonra Ankara’ya doğru yükselen otobanlar yolu oldukça kısaltmış. Ah keşke bizim (memleketin) bozkırlarında da böyle olsaydı. Dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle aynı seviyeye geleceksek önce yollarımız böyle olmalı. Eğer bunu başaramazsak biz geri kalmışlıktan kurtulamayız. İstanbul’un kenar mahalleleri ile denizdeki gemiler bile sizi yüz elli km kadar mesafeye uğurlarlar. Yükseklere çıktıkça tabiatın güzelliğine hayran olursunuz. Bir tarafta deniz diğer tarafta dağ yamaçlarıyla kaplı bir alandan geçerken lapa lapa yağan kar gözünüzü alır. Bir başka anında tünelden çıkarken veya bir virajı alırken, birden bire sağanak yağmurla karşılanırsınız. Bu yolculuk sırasında , insan senenin dört mevsimini birden yaşayabilir. Önünüze çıkacak yeni tepelerin ardında da benzer değişiklikler meydana gelir. Genel olarak Türkiye, dağları ve ovaları, yaylaları düzlükleri ile kışın yağan karın vaktinde erimesine olanak veren verimli bir ülke imiş. Her bölge oradaki iklime uygun bitkilerle, bölgeye has hayvancılık ve tarımla uğraşıyormuş. Şehirlerin çevresindeki kırsallarda bile birer ikişer hayvanların otladığını görünce köylerde süt ve yünün önemli olduğu anlaşılıyor.
Benim en çok şaşırdığım şey, köylerde her evin bahçesinde düzenli şekilde dikilmiş ağaçlar ve bitkilerin olmasıydı. Üzüm, mısır, zeytin, buğday, arpa, gibi bir çok ürün görmek mümkün. Fakat özellikle ağaçların nasıl bakıldığını merak ettim. Meğer en büyük gelir kaynağı onlarmış. Türkiye’deki ormanlarda dallı ağaçlar olurmuş. Ancak ticaret için dalsız kavak misali uzayan ağaçlar tercih edilirmiş. Bedava yatırım. Halbuki Kazakların köy evlerindeki bahçelerde ağaç yoktur. Bunu düşününce aklıma. Şair Abay’ın.”Hiç olmazsa hayvan gütmeyi bile öğrenemedin.” sözü aklıma geldi. Bilmem ki bizim Kazakistan’daki hayatımız, laf sağmakla, laf kazmakla, laf ekmekle, tartışma çıkarmakla, tartışma satarak, öç almak ve kin gütmekle pişmanlıkla mı geçip gidecektir. Çünkü bizim geçmişimizde başka izlere rastlamak da pek mümkün değil. İskitler döneminden itibaren Mustafa (Kemal) Atatürk dönemine kadar ki zamanların hepsinde savaşlardaki kilit meydanı olan bir bölge vardı. Oraya ne vakit varacağımızı merak ediyordum. Meğer o bölge eski yolun boyunda ve tünellerden birinin geçtiği tepelerin üstünde kalmışmış. Ama bu dağlar meşhur bir Selçuklu beyinin ismiyle Böle(Bolu) olarak anılırmış. Onun kızına bizim (Kazakların) Madi, Tavke, Rıskul ya da İmanjusip gibi bir yiğit aşık olmuş ve sonunda beyi öldürmüş. Selçuklular : “Adaletsiz beyi cezalandırman doğrudur. Fakat o Selçuklu askeriydi. Yani sen Selçuklu idaresine karşı çıktın, el kaldırdın.”, diye yiğidi asmışlar. O konudaki bir sürü dizilerden bazıları Maltepe’de dikkatimi çekmişti. Ancak isimleri unuttum. Büyük seferlerin hepsi de güney doğudan güney batıya kadar bütün alanlarda gerçekleşmiş. Şakasız yolculuk bitmez ki, Şükrü Ali ile Ramazan’a kurdu açlıktan öldüren koçun hikayesini anlattım ve biraz mola verdik. Otobanda mola yeri çok değildi. O yüzden oraya Çanak-kalgan(Çanak kalmış) ismini verdim.
Yüksek geçitlerden akıp giden asphalt birden eğimli bir yola geçti. Önümüzdeki düzlükte, uzaklarda kırmızılı-mavili şehir ışıkları göründü. Meğer biz hep yüksek tepelerin üzerinden gitmişiz. Ankara şehri ise karlı tepelerin arkasında etrafı da yüksek tepelerle kaplı çevresindeki binalar çok katlı olarak yapılmış. Türkler için küçük sadece 2,5 milyon nüfuslu kültür ve ilim merkezi olarak inşa edilmiş. Ankara’ya yaklaşırken batmak üzere olan güneş ışıkları altında Aksak Temir ile Bayezid’in savaştığı alan olan Esenboğa’yı gözlerimle aradım. Türk milletinin batıdaki nüfuzunu zorlayan, dolayısıyla Rus imparatorluğunun Karadenizde güçlenmesine sebep olan, Dospanbet ile Şalkiyiz ozanların şiirlerine konu olan Azak denizini kaybeden, AltınOrda’yı yıkan, ve böylece bütün Türk asıllı halkların topraklarının istilasına sebep olan bahtsız savaşın geçtiği Esenboğa düzlüğü.. Hıçkırığı hiç bitmeyen Türk dünyasının şanssızlığının başlangıç noktası. Keşke o dönemdeki savaş haritasıyla gezebilseydim. Fakat ne yazık ki artık orası havaalanı pistinin altında kalmış.
Bizim gideceğimiz semtin adı “Kızılay”mış. Merkez. İstanbulla karşılaştırınca, Ramazan yabancılık çekti ve caddenin (gerçek manada) 50 metre ilerisindeki Enerji otelini ancak iki saatte bulabildi. Tavşan yuvası gibi bir çıkmaz sokakmış. Gecikmiştik ancak akşam yemeğine yetiştik. Sanatçılar daha yeni Gazi Üniversitesindeki konserden dönmüş yemeğe oturmuşlarmış. Düysekem-Düysen Kaseyinov, gözüme sıcak geldi. Çora Batur konulu doktora tezi savunması yapan Askar Turganbayef’in yardımlarına gark olduk. Düyseken-“Sabah erkenden Anıtkabre gideceksiniz, programınız öyle başlayacak” diye tembihledi. Önce Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, sonra Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve daha sonra Parlamento başkanı Köksal Toptan’ın kabulüne katılacaktık. Köksal sözünü anladım, gök yeleli anlamında. Toptan sözü ise, toplumun lideri anlamındaymış. “Belediyecilerde” yerleştiler. Artık bir duştan sonra elime kalem aldım. Yan odadaki Azeri sanatçılar, Sovyet döneminden kalma adetlerini tekrarlayarak eğleniyorlar. Kıbrıslı yan oda komşum sessiz. Yarın bir fırsatını bulursam onunla sohbet edeceğim.
Ankara, kırmızılı yeşilli renklere bürümüş canlı bir şehir. Nedendir bilmem gözümün önünde Aksak Temir’in önünde eğilmiş Yıldırım Bayezid Sultan, karlı-tipili, yağmurlu-çamurlu tepelerin hayali belirmekte. Evet böyle hayaller unutulmaz.




Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   51




©engime.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет