Ұмытылмаған отан, Ұмытылмайтын отандастар


Mart. Salihli-İzmir-Selçuk-Efes-Çanakkale(Troya)-İstanbul



бет46/51
Дата05.02.2022
өлшемі13,87 Mb.
#22958
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51
26 Mart. Salihli-İzmir-Selçuk-Efes-Çanakkale(Troya)-İstanbul. Bu günümüz efsanelerle karışık geçti demek mümkündür. Aşağı yukarı bin kilometre yolu aştık. Amma ne yol. Dün İzmir’den Troya’ya geçeceğimizi duyan Taldıkorgan’lı bir kız “İzmir’e yakın, Efes-Selçuk’ta Meryem Ananın mezarı var.” deyince oraya mutlaka gitmeye yeltendim. Ramazan’a nasıl gideceğimizi öğrenmesini söylemiştim. İnsanlık tarihinin bütün tarihini gözler önüne serebilecek böyle bir seyahat fırsatı bir daha çıkmaya bilirdi
İşte şimdi de erkenden yola çıkıyoruz. İzmir’e kadarki yol, Konya ile Salihli’nin arası gibi. Hava durumu da öyle. Tepeyi aşınca önce deniz sonra Ege denizi kıyılarına yerleşmiş ve Türkiye’nin yaşamaya en elverişli kentlerinden biri İzmir ayaklarınızın altında görünür. Nüfusu dört milyon civarında. İnişli çıkışlı tepelerle, denize kadar inen vadilere yerleşmiş bir şehir. Uzaktan bu eski şehrin camilerinin kubbeleri görünüyor. Körfezde ise gemiler var. Bu şehir nereden başlar, nerede biter belli değil. Bir tarafı dağlarla çevrili, öbür tarafı deniz, ortası çukur düzlük. Büyük bir tepeden aştığınızda önünüze çıkan şehir de İzmir. Böylece Karaburun, Altıntepe gibi yerlerden geçtik. İzmir genişlemeye meyilli bir şehir. Yağmurdu çamurdu doluydu dinlemeden yolumuza devam ettik.
Odisse ve İlyada’nın izi olan ve milattan önceki binli yıllardaki uygarlık merkezi Efes idi. Yanılmıyorsam milattan önce 700 lerde Madi liderliğindeki İskitler de buraya gelmişti, dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis tapınağıda burada olmalıydı. Onikinci asırda da buraya Selçuklular geldiler. Ramazan kardeşim seri araba kullanıyor. Denize kadar inen yamaçlar nasıl güzel. Hayran kaldım. Bir süre sonra göz ucunda gösterişli bir kale göründü. Tabii ki kale falan değildi, deniz feneriydi. Dönemecin sonunda bütün bir tepeyi kaplayan ve kuş tüneyen eski bir yapı dikkatimizi çekti. Selçuk ilçesini ikiye ayıran bölgede tepeye yerleşmiş. Sanki kuluçkaya yatmış Anka kuşu misali bir yapıydı. Bulunduğumuz yerden direk geçiş yoktu çevreyi dolaşmak gerekiyormuş. Sorduklarımız Selçuk kalesi dediler. Türkye’nin bütün eski şehirlerinde olduğu gibi dar bir sokaktan Adınoğullarından İsabey’in 1375 te yaptırdığı camiye geldik. Büyük girişiyle ön yüzü cilalanmış mermerle kaplıydı. Dört köşeli avludaki bazı objeler Efes’ten getirilmişler. Duvarlar boyunca hat sanatının örnekleri var. Mezar taşlarındaki kavuklar bile sanat eseri. Mezar taşlarındaki isimler okunabilir. Caminin içi geniş. Müzelik eşyalarda orada muhafaza edilmekte. Diz çöküp kuran okuduk ve daha önce gördüğüüz Selçuklu kalesine baka baka Efes’e doğru yol aldık. Daha 1000 km. yolumuz var. Troya’ya erken gitmemiz lazım. Bu yüzden acele ediyoruz.
Yolun iki yakasına üç kmboyunca dikilmiş ağaçların arasındaki aslan heykelli yoldan ilerleyerek Efes harabelerinin kapısına geldik. Şimdi buradan aldığımız intibaları nasıl ifade etmeli. Niçin bu kadar uzun yolu çektik ve bunu yazmak için kitap yazmak bile az gelir. Çünkü ilk okuldan itibaren öğrendiğimiz tarihin en eski dönemlerinden başlayan insanlık tarihinden bahsetmek gerekecek. Bu yüzden ben; beni buraya getiren Herodot tarihine, onun muhtevasında ve benim Dulıga isimli eserimde bahsedilen İskitlere, Erapalara ve Amazonlara ait bir-iki olaya değineceğim.
Milattan önceki 3000lerde, etrafı denizlerle çevrili Ayagüzel adındaki adaya Arzavanlar Apas adıyla bir başkent yaptılar. Herodot’un verdiği bilgilere göre, Ellalıların küçük Asyayı istilası işte bu Efes ten başlamıştır. Atina’daki prense bir falcı sizin başkentinizin nerede olacağını balık ve yaban domuzu gösterecek der. Atina’dan uzaklaşmak isteyen prens denize açılır. Bir kıyıya çıkar ve balık pişirirken yangın çıkar. Bundan sonra orandan kaçan bir yaban domuzunu avlar. Tam o sırada falcının söyledikleri aklına gelir. Başkenti orada inşa etme emir verir. İşte burada, prens göçebelerle kadın savaşçılarla karşılaşır. Efes’in temellerini, onlardan önce İskitlerin savaşçı kızları “Kadın Savaşçılar” Amazonlar atmıştır. Amazonların Efes’I başkentleri olarak özellikle savunmalarını Strabon da, Pausanias ta yazmıştır. Böylece erkek yürekli savaşçılarla, kız yürekli savaşçılar sevgi ordusuna dönüşmüşler. Bu sevginin timsali olarak Amazonlar Artemis tapınağını inşa etmek için yarışma açarlar ve böylece dünyanın yedi harikasından biri meydana gelir. İşte bu konu bizim (Kazakların) Efes’le ilişkisinin ilk düğümü. Dolayısıyla Ege denizi Agay denizi sözünden çıkmıştır. Yani bu aga balası Argın’ın adından gelmiştir gibi bizim ağabeylerimiz tarafından ortaya atılan saçmalığı tekrarlamak istemiyoruz. Fakat bizim kadın savaşçı ablalarımızın başlattığı tarihi karşılaşmayı reddetmek istemiyoruz. Amazonların göçebe kızlar ordusu olduğunu ve onları İskitlerin Erkek Ablalar(Erkek Fatmalar) olarak adlandırdıklarını bilge Herodot ta Strabon da yazmıştır. Amazonlara yakınlığımızı reddetmeye de hiç hakkımız yoktur.
Aradan geçen onca asırlardan sonra VII yüzyılda İskitler akinaklarını bellerine bağlayarak, yaylarını karınlarına takarak yeğenlerini “aramaya” gelmişlerdir. “Yeğenlerinin milli özelliklerini kaybetmesine” kızan İskitler Karadenizden gelen gemileriyle İskitler ve amazonların vatanı Artemis’i yakıp yıkarlar. Bu konuyu Dulıga isimli eserimde yazmıştım.
(Bu arada nesir kuralını bozarak, meşhur alim ve şair Kalimah’ın Artemida’ya ithaf ettiği övğü şiirinde İskitlerin küçük Asya’da 28 sene iktidar olmalarını tarif eden :
“…daha sonra senin kutsal bulduğun yere (Efes’e) büyük saray yaptırıldı; tan nuruyla sarmalanan bu yapıdan daha güzel ondan daha saltanatlı saray yoktur; o Pifondan da büyüktür. Bu yüzden Tomuruk Ligdamis (İskit kralı) onu yıkmak istedi, kısrak sağanların büyük ordusunu getirdi, onlar İnak boğazında uzakta yaşarlar. O biçare kral, nasıl şaşırdı. Onun kendisi de başkaları da Kaystr’ı arabalarla çevirerek koruyanların hepsine de İskityaya geri dönmek nasip olmadı. Çünkü senin silahını Efes’in kendisi koruyordu.” Satırlarını tırnak içinde vermeyi uygun buldum.)
Kalimah’ın yazdığı gibi İskitler geri dönmedi, “kımızlarını içmeye devam ederek” bu bölgeye 28 sene hükmettiler. (Bu arada, Türkiye’deki tek kımız üretimi İzmir’de Hasan Ağabeyin Şirzat ismindeki kardeşi tarafından yapılmaktadır.) Sevgi Meydanının sembolü olan Artemis tapınağını yerle bir ederler. Zamanla İskitlerle yakın çevrede ortaya çıkan Lidyanın kralı Krezüs, M.Ö.560da şehri ele geçirir ve Artemis tapınağını restore eder. Mimarlığı geliştirir. Daha sonra bu bölgeye, vaktiyle Kazak bozkırlarında biri hayatını kaybeden ve diğeri de onursuzluk yaşayan iki Pers sultanı, Daryuş ve Kir de gelmişlerdir. Büyük İskender’in doğduğu gün, adımı dünyada yeryüzünü ateşe vermekle meşhur edeceği diyen Gerostrat, Artemis tapınağını ateşe verir. Büyük İskender Artemidayı tekrar canlardırmaya yeltenince ora halkı: “Bir tanrının bozduğu tapınağı tekrar canlandırmamalı” itirazıyla karşılık verirler. Onun yerine Efes şehri güzelleştirilir.

Böylece efsaneye dönen Efes’in tarihi böyle başlar. İki tepeli Ayasulık’ın eteklerinden yukarılara doğru kat kat olarak beyaz mermerden yapılan binalar, kudretli kolonlar, mermer sokaklar ve kütüphanesi, bütün bir yamaca yayılmış ve 24.000 seyircinin sığabileceği büyük tiyatro, küçük tiyatro, tören alanı, ebedi ateşin yandığı saray, Güzellik tanrıçası Afrodit ve Diyonis’in, Herakles’in, Hermes’in heykelleriyle süslü anıtlar ve binalar, termal hamam, halkevi, senato, stadyum, Gimnazyum, Meryem ana kilisesini gezerken antik dönem dünyasında yaşıyormuş gibisiniz. Savaş meydanından dönen savaşçıların dinlendiği halk evini gösteren mermer satıhdaki kadın ayağını gösteren resimden başlayarak Artemis heykelinin bulunduğu kutsal alana kadar ki tarihi objeleri seyrederek, hepsini incelemek için haftalarca kalmak gerek. Ama buradaki Amazonlardan, Artemise, Kleopatraya, Meryem Anaya ve Türk asıllı Ayasultana ait efsaneler ile anıtların tarihini uygarlık tarihçileri bile yazmakla bitiremeyecekleri büyük bir destandır. Efes de o geçmişin mermere nakşedilen destanıdır. Selçuk ilçesindeki müzede onun ders kitabı gibidir. Hepsini görerek öğrenirsiniz. Ben de kalem erbabı olsam da antik dönemin kudretini orada yaşadığım kadar yakın ve derinden hissetmedim. Bu Ayagüzel’i- vaktiyle dalgaların yıkadığı kıyıları, uzaklarda görünen Artemida’yı( şimdiki Selçuk ilçesini) araltepe olarak hayal ederek, İskit Amazonlarını, Ligdamis ile Madi kralları, Kambisi, Daryuş ve Kir’i, Geostratı, İskenderi, Sezarı, İncili yazan Yoan evliyayı, Edil(Attila) ile elçilik münasebet kuran Justinyanı, Süleyman Halifeyi hatırlamak bile bir güne zor sığardı.
Yine de İsa peygamber çarmıha gerildikten sonra ona inananları Kudüsten çıkararak Efese getiren ve hristiyan dininin hadislerini biraraya getiren “yedi cin sahibi” ve peygamberin havarisi Meryem ananın(Mariya Magdalena) kilisesi ile kulübesini görmeden gitmek imkansızdı. Magda’daki evinden çıkan Mariyanın sabırlı öğretileri sonucunda hristiyanlık oluştu. Bu toplumcu hanım olmasaydı dünyada en çok inananı olan bir dinin olmayacağını bütün din tarihçileri tasdikler. Mariya Magdalena’nın(Meryem Ana) İsa peygamberin hanımı mı? gönüldaşı mı? ümmeti mi olduğu konusu şüphelidir. İsa peygamberin sonradan gruplara bölünen inananları 431-de bu manastırda toplantı yaparlar. Üç ay boyunca süren dini tartışmalar sonuç vermez. Böylece Efes dini tartışmaların değil, dini birliğin merkezi oldu. (Şimdi de her sene bu Meryem ana manastırına dünyanın her tarafından gelen hristiyanlar toplanırlarmış.) Süleyman halifenin liderliğindeki Müslüman sahabiler 716-da Efes’e peygamberin tuğunu dikerler. Selçuklular dağın adını Ayasuluk olarak değiştirdiler. Kiliseler camiye döndü. Efes- Selçuk oldu. İskitlerin ana amacı gerçekleşti. Yirminci asrın yirminci yıllarında antik Yunanlıların yeğenlerinden hiç kimseyi bırakmadan Yunanistan’a göndermişler. Şimdi onlar artık Türkiye’ye sadece turist olarak gelebiliyorlar.
Selçuk’un ortasında Türk bayrağı dikili Araltepeye baka baka , Artemis ve Geostratı hatırlayarak Ege denizi kıyısından 700 km kuzeye ilerleyerek Troyaya-Çanakkaleye yola çıktık. Karaburunu, Altınoluku geçtik. Sakız nehrini de Buruncuk’u da geçince Zeytindal’a vardık. Bütün Türkiye’yi ve bizi de zeytinle doyuran bölge burasıdır. Çandırlıdan Ayvalığa, Akçay’a , ordan da Ezine ve Lapseki’ye gidersiniz. Şair Gafuv’un Kazak bozkırlarında giderken:
Deme bunu şımarıklık, İnanazsanız bakın
Uludağa ulaşmaya aceleyle Geyik çeken arabayla gidiyoruz.
Şiirini hatıladım ve biz de Troyaya yetişmeye çalışırken gemilerle yarışıyorduk. Onlar da bizimle yarışıyordu ve biz tepeyi aştığımızda önümüze çıkıveriyorlardı. Dalgalar bazen köpüklenerek gökyüzüne yükseliyor, bazende beyaz köpüklerle kızgın kızgın kendiyle mücadele ediyordu. Elbetteki kar, yağmur, dolu ve gökkuşağı birbirine karışmıştı. Çanakkaleye gündüz gözüyle gidemeyeceğimiz belli olmaya başladı. Ama Ramazan gaza basınca trafik durdurdu. Aynı bizim memlekettekilere benziyorlar. İki yüz dolar ceza yazdı. Ne yapalım, Troya’nın sadakası olsun!

İşte Ege denizi kıyılarındaki antik dünyanın gölgeleri Bülbül dağının gözetmenleri ve deniz feneri uzaklarda göz kırpan ışıkların ensesinde Troya kalıntıları karanlığa gömülerek geride kaldı.
Ancak sadakamız kabul olmadı. Ezine’yi geçerken yıldırımlar ve sağanak ümidimizi söndürdü. Şimşek çakınca çıkan ışık gözleri kamaştırıyordu. Bu bölge Türkiye’nin hem kutsal hem de en hasret yüklü bölgelerindendir. Türkiye’nin tek başına bütün Avrupa’nın birleşik ordularına karşı savaştığı bölgedir. Çok stratejik bir yer. Troyanın da yenilgiye uğrayarak Odisseye konu olmasının sebebi de stratejik bölgede olmasındandır. Mümkün olmadı. Bütün Türkiye’yi dolaşınca baş hedef olarak seçtiğimiz Troya’ya beş km. kala vedalaşmak zorunda kaldık. Orası zaten dağın tepesinde, tam olarak arkeolojik çalışma yapılmamış. Gecenin yarısında bekçiler de sokmaz ve bu şimşekle sağanak altında hiç bir şey görünmez. İçim yana yana, pişmanlıkla Ege deniziyle Marmara denizinin birleştiği burna geldik. Araba vapuruyla on kilometre ötedeki Avrupa yakasına çıktık. İstanbul’a gece saat iki de vardık.
OOO bilgiç kadın! Öğleden sonra bizimle endişeli şekilde telefonla konuşmuştu. Galiya ablayı, sıcak, tavşan kanı çayları demlemiş, çorbaları baharatlamış ve yüzünde şefkat gülümsemesiyle bizi bekler bulduk. Ancak o zaman Has-Ağa aklıma geldi. O da birkaç kere telefon etmiş. Kendimizi biraz toparladıktan sonra hesap verdik. “gerçekten yanındaki yol arkadaşını yarı yolda bırakmayacak kadar sağlam adamların padişahıymış.” Sabah ola-hayrola diyerek Galiya ablanın yumuşak yatağına oturdum. Ne kadar yorgunluk çökse de günlüğüme isteksizce uzandım. Gecenin saat üç buçuğuydu.


Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




©engime.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет