SOVYET DÖNEMİ ALFABE POLİTİKALARI: KAZAKİSTAN ÖRNEĞİ
Z. B. Özer
Prof.Dr. Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı
Bölümü Öğretim Üyesi
Alfabe, millî kültürün en önemli göstergelerinden biridir. Alfabe tarihi ile ilgili çelişki-
lerle dolu araştırmalar ve tartışmalar, yazı sistemlerinin gelişmeleri ve değişimleri, dil
tarihi ve etimoloji alanlarındaki birbirine zıt ve tek yönlü, yani batı kaynaklarını esas
alan değerlendirmeler bugüne kadar devam edegelmiştir. Dünya alfabelerinin oluşumu,
gelişimi ve değişimi ile ilgili pek çok çalışma yer almaktadır (G.L.Campbell, V.Thomsen,
Ch.King, D.Diringer, J.Gelb, E Clodd, H.S.Willams, M.Grant, C.Faulmann, F.Ballhorn,
V.A.İstrin, O.Suleymenov, L.P.Zinder, Z.Korkmaz, A.B.Ercilasun vd.). Bu araştırmalarda
alfabelerin karşılıklı etkileşimi ve muhtelif adlarla yayılması ve köken arayışları mevcut
olsa dahi, tarihî boyut halkalarının çok zayıf ve karışık oluşu da ayrı bir gerçektir. Dil
bilim çalışmalarının zirveye ulaştığı XX. yüzyılın tamamı, aslında tarihî ve etnokültürel
araştırmalara önem verilmediği, farklı şekillendirilme ve anlamlandırılmalara çalışıldığı;
siyasî çalkantıların, savaşların ve sömürgecilik faaliyetlerinin yoğun olduğu bir zamandır.
XIX. ve XX yüzyıllara karşılaştırmalı dil incelemeleri ile damgasını vuran filoloji temelinde,
aslında, siyasî ve ideolojik hedeflerin ön planda olduğu belirtilebilir. Meselâ, Hint-Avrupa
298
dilleri ve Altay dillerinin karşılaştırmalı incelemelerinin hiç önemli olmadığını ileri süren
Rus doğubilimci E.D.Polivanov (1960), “Hint-Avrupa dilleri ile diğer Türk dillerinin
karşılaştırmasını yapmak, ihtyoloji (balıkbilimi) ve ornitoloji (kuşbilimi) araştırma sahasına
giren balık ve kuş türlerinin incelemesini talep etmeye benzer” demektedir. Buna benzer
tezlerin Sovyet döneminde yaygın olduğunu, hatta dil siyasetinin esasını teşkil ettiğini
tespit etmek zor değildir. Demek, karşılaştırmalı dilbiliminin sınırları ve imkânları siyasî
ve ideoloji çemberinin içinde kaldığı; bunu temel alan dil ve yazı sistemleri tarihi ile ilgili
araştırmaların genel olarak XIX. ve XX. yüzyıl çalışmalarına dayandırılmasının temelinde
“nedensizlik kuramı”nın olduğu görülür. Dil ve alfabe tarihî araştırmalarını “engelleyen”
nedensizlik tezinin temelinde dil göstergelerinin nedensiz oluşu, dolayısıyla “nedeni
yoksa, niye araştırılsın” mantığı yer alır. F. de Saussure’ün (1998:108) nedensizlik kuramı
bir dilin tarihini araştırmaya, yazı sistemlerin arasındaki bağları görmeye mani olmakta;
adlandırmaların ve dil göstergelerinin nedensiz oluşu, dil araştırmalarını çağdaş boyutu
yakın tarihe dayandırılmıştır (O.Suleymenov,1988:22). Saussure’ün nedensizlik kuramının
tartışma konusu yapılmadığı da açık bir gerçektir. Bu ilke kendisini hemen kabul ettirmiştir.
E.Benveniste, Saussure’ün “nedensizlik” kavramını açıklarken, “nedensizlik” sınırlarını
belirlemeye gayret etmiştir (Benveniste,1995:74). Tartışılmaz ve sorgulanmaz bir kaide haline
getirilen nedensizlik kuramı, dil tarihi araştırmalarını tarihî gramer ile sınırlandırmıştır. F. de
Saussure’ün eserinin, ölümünden sonra, Ch.Bally ve A.Sechehaye tarafından öğrencilerin
ders notları olarak yayınlanması, bu konuda pek çok soruyu da beraberinde getirir. Bu
konu ile ilgili yazı kuramlarının bir bütünlük içerisinde incelenmesi ve değerlendirilmesi,
O.Suleymenov’un
“Yazının Tarihi”(1998), “Tarihten Önce Türkler. Kadim Türk Dillerinin
ve Yazılarının Kökleri”(2002)
adlı eserlerinde ayrıntılı olarak ele alınır. Alfabelerin
adlandırmalarındaki karışıklıklar, tarih sahnesinde halk adlarının değişkenliği ile birlikte
diğer halklar tarafından farklı adlandırmaların dilbiliminin temelini nasıl oluşturduğu, yani
dil ve alfabelerin inşasının nasıl yapıldığı görülür. Dil ve yazı sistemlerinin tarihi, dillerin
adlandırılmasıyla sınıflandırılmalarındaki tutarsızlıklar, siyasî ve dinî amaca hizmet eden tarih
ve bilim yazıcılığına dayanan karmaşıklıklardan kaynaklanmaktadır. Dünya alfabelerinin
gelişme süreçleri dikkatli bir şekilde takip edildiğinde, ortak yönleri ile ön plana çıkar.
Farklılıkların sadece şekillerle sınırlı olmadığı, ses olarak da farklılıkların yer aldığı bilinir.
Her dilin kendine has bir sesi, tonu ve rengi mevcuttur. Fakat şekil ve içeriğinin tamamen farklı
olduğu; alfabelerin ortak bir kaynaktan oluştuğu ilk bakışta görülmeyebilir. Her alfabenin
geçmişine bakıldığında ortak hususlar ortaya çıkmaktadır. Çağdaş dünya alfabeleriyle ilgili
yüzeysel bir karşılaştırma dahi ortak çizgileri ortaya serer. Alfabelerin kaynağı ve gelişmesi
daha derin olarak incelenmeye başlandığında, yazının sadece bir şekil olmadığı ve her harfin
arkasında bir anlamın varlığı da keşfedilebilir. Meselâ, Arap ve Yunan dillerini bilmeyen
bir insan, alfabeleri farklı olmasından dolayı bu dilleri genelde karıştırmaz, hatta yazılı ve
sözlü aktarımını ayırt edebilir. Halbuki bu iki dilin alfabeleri ortak köklere sahip ve harf
işaretlerinin farklılığı, harfin ortak anlamının görülmeyen göstergesi olabilir. Farklılığın en
önemli şartının, ortak unsurun mevcudiyetinin fark edilmesi olduğunu hatırlamak yerinde
olur. Günümüzde, harflerin görünüşü o kadar değişmiştir ki; İngiliz, Hint, Arap veya Fars
dillerinde kullanılan harflerin ortak yönünü aramak, bazı araştırmacılar açısından, anlamsız
bir karşılaştırma olarak algılanabilir. Bir alfabenin ilk harflerinden itibaren bu ortak çizgiler
299
görülmeye başlar. Harfi meydana getiren çizgilerinin köşeli veya yuvarlak olmasında bazı
unsurların ilave edildiği, silindiği, kısalmış ve uzamış olduğu görülür. Dinî ve millî kültür
kavramlarını yansıtan harflerin, kendine has bir tarihi vardır. Çok farklı gözüken Arap ve
Yunan alfabelerinin ilk harflerindeki anlamların aynı olduğu görülmektedir:
Alfa/alef
(öküz);
Beta/ bet
(ev);
Gamma, Delta…
Çoğu alfabelerde mevcut olan
A
harfi “öküzün boynuzu”
anlamına gelir ve gelişerek (dönerek) bugünkü şeklini alır ve farklı yazı sistemlerine yeni
harfler kazandırır:
Достарыңызбен бөлісу: |