Халықаралық ғылыми-практикалық конференция материалдары



Pdf көрінісі
бет147/165
Дата14.12.2021
өлшемі4,15 Mb.
#126269
1   ...   143   144   145   146   147   148   149   150   ...   165
Байланысты:
1064, 196178, 230835, 425883
V, М, W, Л
 vb.Yunanlıların kendileri, alfabelerinin Doğu’dan geldiğini 
ve  büyük  bir  ihtimalle  de  Fenikelilerden  olduğunu  düşünmektedirler  (Powell,  1991:5).
Yunan  alfabesinin,  Yunan  toplumunun  bir  ürünü  olmadığı  pek  çok  bilimsel  çalışmada 
belirtilir  (Gelb,1963;Campbell,1997).  Rus  dilbilimci  А.А.Reformatski’yе  göre,  “fonoloji 
yolculuğunda son adım, alfabelerini Fenikelilerden almış olan kadim Yunanlılar tarafından 
atılmıştır” (2000:359). Rus dilbilimcileri, Kadim Yunan alfabesinin köken olarak Fenikelilere 
uzandığının tartışılmazbir hakikat olduğunu belirtmişlerdir (İstrin: 235-237; Pavlenko:112).
Yunan  dilbilimcileri  de  bu  konuda  hemfikirdirler  (Powell,  1991).  Dolayısıyla  tamamen 
farklı görünen iki alfabenin kaynağının aynı olması, dil tarihi araştırmalarına yeni bir boyut 
getirir. Böylece asırlar içerisinde oluşan alfabe değişimleri sonucunda, ortak yönlerinden 
ziyade farklılıklarının ön planda olduğu yüzlerce yeni alfabe üretilir. Bunu fark etmek çok 
önemlidir, çünkü yazı sistemleri dinî unsurlarla ilişkilidir: Arap harfleri, İslam dünyasıyla; 
Latin harfleri, Batı dünyası yani Hıristiyanlıkla ve çağdaşlıkla özdeşleşmiştir. Yeni Latin 
alfabesi uygulamalarında bu alfabenin kökleri ve uzun bir zamana yayılan değişim süreci, 
maalesef, dikkate alınmamaktadır. 
XX. yüzyıl, Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk halkları açısından, alfabe politikalarının 
yoğun  olarak  uygulandığı  bir  dönem  idi. Türk  halkları  için  “uygun  görülen”  çok  sayıda 
alfabenin  hazırlığı  Çarlık  dönemine  uzanmaktadır.  Alfabelerin  Latinleştirilmesi,  halkın 
aydınlatılması  ve  okuma-yazma  oranının  arttırılması  sloganları  altında  gerçekleşiyordu. 
Aslında Sovyet idarecileri Arap alfabesini bir dinî simge ve tarihî hafızanın anahtarı olarak 
algılıyorlardı. Alfabe değişimi kararları yayıncılık faaliyetlerini de etkilemiştir. 1927 yılından 
itibaren kitap yayınları durdurulmuş, yeni alfabe ile kitap basımı sınırlı tutulmuş ve basılacak 
kitaplar ciddi bir seçime tabi tutulmuştu. Yeni eserler, Sovyet politikalarının propagandasını 
içermekte idi. Ayrıca, yeni tarih yazıcılığı da bu dönemde zirveye ulaşmış oldu. Türk halkları 
tarihi ile ilgili yeni, tek yönlü değerlendirmeler ders kitaplarında yerini aldı; esas olarak Rus 
kültürü, Rusya tarihi ve yeni ideoloji tanıtılmaya başlandı. 1929 yılından sonra bu süreç 
daha da hızlandırıldı. Sovyet dönemi ders kitaplarının incelenmesi bu konuda daha ayrıntılı 
ve kapsamlı bilgiler sunabilir. Sovyet döneminde “dillerin karışımı” kavramı yaygın olarak 
dilbilimciler  tarafından  gündeme  getirilmeye  başlandı  (B.A.Bogoroditski,  J.Baudouin  de 
Courtenay, L.V.Şçerba, E.D.Polivanov vd.). Sovyet dönemi dil siyaseti, dillerarası etkileşim, 
iki dillilik ve dilsel kimlik konuları, araştırılması gereken önemli alanlardır. 
Alfabe değişimi ile sadece siyasî bir devrim değil, dil ve kültür devrimini de gerçekleştiren 
Sovyetler Birliği’nin kurucu unsuru olan Rusya, “millî dillerin gelişimi” adı altında yeni bir 
“dil inşasına” girişmekteydi. Resmî Sovyet kaynaklarında Türk halklarının alfabe değişimi 
ile ilgili olarak “Ekim devriminden sonra Rus alfabesi temelinde yeni çağdaş yazı sistemleri 
oluşturulduğu; gerçi, bunun öncesinde yazılarının Latinleştirildiği” bilgisi sadece bir satırla 
ve tek bir açıklama verilmeden yer alır (Pavlenko1965:173). Latinleştirme süreci öncelikle 
Müslüman Türk halklarını kapsamıştır (Alpatov B.M.  2000:68).Sovyet döneminde kendi 


300
alfabelerine sahip olan Gürcü, Ermeni ve Baltık halklarının daha az Ruslaştırmaya maruz 
kaldığını da belirtmek gerekir.
Her devletin tarihinde alfabe değişimi çok önemli bir adımdır. Bir alfabenin köklü değişiminin 
sebebi nedir? Değişimin zamanlaması bir tesadüf olabilir mi? Alfabe değişimi her ne kadar 
toplumu ileriye taşıyan bir adım olarak görülse de, aslında yazı kültürünün devamsızlığını 
getirir ve yeni nesillerin geçmişini, tarihî ve millî-kültürel mirasını tanımaya engel teşkil 
eder. Alfabe değişimi, daha doğrusu değiştirilmesi, tarihî hadiselerin değerlendirilmesinin 
ve erişiminin gönüllü olarak yasaklaması imkânını sağlamaktır. İç veya dış siyasî etkenlerin 
dayattığı ve kabul ettirdiği alfabe politikaları, uzun süreli ve hazırlık aşamalarında yoğun 
olarak yerli halkın kullanıldığı bir süreçtir. Yeni alfabeye geçişin temelinde, 1926 yılında 
Türkoloji Kurultayında teklif edilen ve kabul gören Latin menşeli alfabe kullanılmıştır. 1926 
yılında Bakü’de yer alan I. Türkoloji Kurultayın ön çalışmaları Moskova’da yürütülmüştür. 
Latin alfabesine geçişin Türk halklarının isteği üzerine yapıldığı ifade edilse de, bu kurultayın 
hazırlığı 1924 yılında Moskova’da (Türk halkları Latin Yazısı Kurumu’nda) başlamış ve 
aslında Çarlık Rusyası’na uzanan bir projenin devamlılığı niteliğindedir. Türkoloji Kurultayı 
ise  uygun  ve  doğru  zamanlaması  ile  bunun  sadece  bir  neticesi  olarak  değerlendirilebilir. 
1929-1930 yıllarında Rus dilinin de Latin alfabesine geçişinin “tartışılması”nın ise, Türk 
halklarının alfabe değişimini kolaylaştırmak ve hızlandırmak içi kabul gören bir “formal 
siyasî akit” olduğu aşikârdır. Komisyon üyesi Rus dilbilimci A.M.Peşkovski, Rus dilinin 
alfabe  değişimine  karşı  çıkmış  ve  tek  başına  ret  oyu  kullanmıştır,  çünkü  Rus  dilbilimci 
bu  adımın  gerçekçi  olmadığının  bilincindeydi. Ayrıca,  Türk  halklarının  Latin  alfabesine 
geçişinin kısa süreli olacağının ve bu adımın aslında Kiril alfabesine geçiş için yerli aydınların 
tepkisini çekmemek amacıyla uygulanan bir ara çözüm olduğunun farkında idi. Nitekim, 
1939 yılında Sovyetler Birliği üyesi tüm Türk halkları, göstermelik dahi olsa bir tartışma 
yapılmaksızın Kiril alfabesine geçtiler. Hâlbuki Kiril alfabesine geçiş çalışmaları çok önce 
başlatılmış  ve Türk  dilleri  için  çeşitli  Kiril  alfabeleri  hazırlanmıştı.  Çoğu Türk  dillerinin 
ortak fonetik özelliklerine rağmen hazırlanmış alfabeler bilhassafarklı idi. Ortak tek yönü ise, 
Rus alfabesinde mevcut olan 33 harfin varlığı idi. Bu sürecin Çarlık Rusyası’ndan başlayan 
ve yeni siyasî sistemde de devam eden, uzun ve istikrarlı dil siyaseti olduğu bugünlerde 
bir sır değildir. Bu alfabe devriminde aktif olarak yer alan Rus misyonerler N.İ.İlminski, 
N.P.Ostroumov, A.E. Alektorov, E.D.Polivanov, N.F.Yakovlev, A.P.Potseluevski ve onlarla 
işbirliği yapan yerli misyonerlerdir. “Rus Alfabesinin Mahalli Diller için Uygulanması” ile 
ilgili olarak N.İ.İlminski şöyle der: “Tatar dilinde Rus alfabesi ile yazılan ilk kitap 1862 yılında 
tarafımdan yayınlanmıştır. Bu kitapta Hıristiyan dinine geçirilen Tatarlar için dinî öğretiler 
içeren makaleler ve dualar yer almaktadır. Dikkat çekmeliyim ki; 1847 yılında Ortodoks 
dinini ve Kilise ibadetlerini iyi kavrayamadıkları için Hıristiyan Tatarların tekrar İslam’a 
yönelmesi sebebiyle Hıristiyanlığı anlatan eserlerin Tatar Türkçesi’ne çevrilmesi ve Arap 
harfleri  ile  yayınlanması  kararlaştırılmıştır”.  N.İ.İlminski,  bu  çeviri  çalışmaları  esnasında 
Arap alfabesinin Türk dillerinin ses özelliklerini yansıtmadığını vurgulayarak, alfabe değişimi 
sürecinin çok daha erken bir dönemde başladığını âdeta kanıtlamaktadır. N.İ.İlminski, Rus 
alfabesinin misyonerlik anlamı üzerinde dururken, Rus alfabesi tarihi ile ilgili olarak, Yunan 
alfabesi temelinde, Copt alfabesinden bazı değişiklikler yapılarak oluşturulduğunu da ifade 
etmektedir.  Bu  alfabe,  çağdaş  Kiril  alfabesini  akla  getirir.  Hıristiyanlığı  anlatan  kitapları 
Türk dillerine tercüme eden misyonerler ve çevirmenler arasında bir mutabakatın olmadığını 


301
ve sadece tek bir hedefe, yani Rus alfabesine uygulanması için hizmet ettiklerini belirtmiştir. 
Bu  uygulamada  yer  alanların  dil  bilimci  olmadığını;  dolayısıyla  bazı  fonetik  ayrıntılar 
üzerinde durmadıklarının gayet doğal olduğunu da ifade etmiştir.
Rusya  Bilimler  Akademisi  tarafından  1997  yılında  hazırlanmış  olan  “Dünya  dilleri” 
dizisindeki “Türk Dilleri” adlı kitapta, “Kazak Dili” bölümü ile ilgili tanımlama, Sovyetler 
Birliği döneminde yürütülen dil siyasetinin devamlılığını çok iyi yansıtmaktadır: “Kazak dili, 
Kazakistan Cumhuriyetinin devlet dili, okul ve kısmen meslek liselerinde kullanmakta olan 
bir dildir”. Ayrıca, Kazak dilinin Kazakistan’da, Rus dilinden sonra kullanılmakta olan ikinci 
dil olduğu da vurgulanmaktadır (Kaydarov1997:243). M.İ.İsayev, Moskova’da yayınlanmış 
olan ”Sovyet Halklarının Dillerine Dair” adlı çalışmasında, Sovyet döneminde millî dil inşası 
ve  kültür  devrimi  hakkında  söyle  der:  ”Dil  inşası  üç  aşamadan  oluşmaktadır:  1/  Mevcut 
yazı  sistemlerin  geliştirilmesi  ve  yeni  yazı  sistemlerin  oluşturulması;  2/Yazı  sistemlerin 
Latinleştirilmesi; 3/Yazı sistemlerin Kiril alfabesine geçirilmesi(1970:7). Bu eserde, Sovyet 
halklarındaki alfabe devriminin gerekçeleri ve Rus dilinin milletlerarası iletişim aracı olarak 
millî dillerin “gelişmesini” sağladığı imkânlar üzerinde durulmaktadır. Bilim kurumlarının 
ve önde gelen yayınevlerinin desteği ile bu tür sayısız yayın yüksek öğretim programlarına 
da dahil edilmiş ve görüldüğü gibi bu çalışmalarda, yerli bilim insanların yer alması tercih 
edilmiştir. Gerçekten, dil ve kültürün “demokratikleşmesi” süreci millî kadrolar olmadan 
gerçekleşemezdi.  Dil  siyasetinin  en  önemli  unsurlarından  biri,  bu  sürecin  yerli  bilim 
insanlarının kullanılarak gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra alfabe değişimine ilk adımı atan, 1992 yılında Azer-
baycan idi; 1993 yılında ise Türkmenistan ve Özbekistan alfabelerini değiştirdi. Bu değişimin 
olumlu  veya  olumsuz  yönleri,  belki  de  zaman  içerisinde  daha  kapsamlı  olarak  değer-
lendirilebilir. Ama ön hazırlıklar yüzeysel olduğundan, bazı yeni millî alfabelerde 


Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   143   144   145   146   147   148   149   150   ...   165




©engime.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет