18 Mart. İstanbul: Maltepe. Dün günlüğüme yazdığım uzun hatıraların etkisi midir, orta parmağım sızlayarak uyandım. Bu her zaman olan bir şeydir. ŞükrüAli ile Ramazan da hemen gelmişler. Düys-Ağa’nın teklifini söyledim: “ Endişe etmeyin, Hasan Ağa, kendi misafirini Türkiye’nin ikinci sayın başkanlığını yapan Köksal Toptan bey ve daha başka iki bakan kabul eder ve görüşürse çok memnun olur.” dediler. Galiya abla da dayıları adına böbürlendi. Benim 25 sene önce dilime doladığım bedavacılığı bunlarda öğrenmişler. Aslında o acı gerçeklerden kaynaklanan bir terimdi. İşte şimdi de cep telefonu yerine kullandığım şeytankulak gibi uluslararası terime dönüştü. Ah Orazgül beğüm ile Şerüvbay kardeşim bunu onaylamazlar ki. Ben hemen şeytankulakla görüşeyim derken, Hasan Ağa’nın kendisi telefonla haberleşti. Bu hareketinin ne kadar düşünceli bir tavır olduğuna hayranım. Yeğenleri onun dediklerini harfi harfine uygulasa da yine onları uyarmak ve benim işimi takip etmek için arıyordu. Tabii onun bu dakik disiplini ne kadar Kazak olduğunu söylese de, artık Almanların “pünktlich” dakikliğini aldığını gösteriyordu. Çünkü onun bu tavrı, insanların herşeyini kıskanan ama uykusu geldiği zaman babasının katilini bile affediveren Kazakların davranışına hiç uymuyordu. Çünkü tam o saatte Münih’te sabahın saat altısı olmalıydı.(Burada yazar, bilmez, kırk sene Almanya’da yaşasa da, 28 sene Amerikalıların Azatlık radyosunda çalışsa da, Hasan Oraltay çocukluğundan beri sabah namazını o saatte eda etmeden gününe hiç başlamaz… Akşamları da işten eve gelip yatmadan önce günlük namazlarını kaza ve eda etmeden yatağa girmezdi. Çevirenin Notu.) “Bakıcısı iyi olursa yarış kazanmayacak at olmaz, davetçisiyle anlaşırsa, misafirin gitmeyeceği yer olmaz (Baptavşısı kelisse-şappaytın at cok, şakıruvşısı kelisse-barmaytın colavşı cok) dedi. Gerçekten ! Beni davet edenlerin ikisi de sözünde durdu. Fakat o gün (Ankara’ya) gidemedim. Sunulacak bildirim vardı. Üstelik konferansın sonuç bildirisini dinlemeden gidivermek terbiyesizlik olurdu. ŞükrüAli ve Ramazan’a sizin de işiniz vardır, bir araba kiralayalım ve beraber gidelim teklifini yaptım. Hemen kabul ettiler fakat Şükrü Ali:”Ozaman ben sizi uğurlayamayacağım, ayın 27-28-inde yerel seçimler var. Ben belediye meclisine AK partiden adayım. Bu parti şimdi iktidar. Politika yapıcılık da, bütçe konularıda onlar tarafından belirleniyor. Sadece Has-Eke’nin talebiyle sizi karşılamaya geldim. O şahsın emirlerini yerine getirmek zorundayız” dedi. “Anlaşıldı, ben de bu izzet ve ikramın sebebini merak ediyordum. Biz Salihli’ye gidince sen bizden ayrılırsın. Türkiye’yi böyle gezme fırsatını bir daha bulamayabiliriz. Bu yolculuğun mali konularını Düyseke’nin tanıştırdığı Askar ile görüşürsünüz. Kabul ederlerse yarın rahat bir araba ayarlayın. Sen geri dönüşümüzde Salihli’de kalırsın.Ben Has-Eke’yle konuşur seni azad ettiririm.” dedim. Anında cep telefonu (şeytankulak) ile konuştuk ve meseleyi hallettik. Böylece sadece Ankara’yı değil bütün Türkiye’yi yüzde yetmiş oranında otomobille gezecek olduk. Ne kadar çok tarihi yerler göreceğimi düşünmekle bile mutlu oldum.
Böylece konferansın ikinci günü başladı. Uzun-kısa, anlamlı-anlamsız, bilinen-bilinmeyen konulardaki bildirilerin genel amacı bilgi toplamak maksadıyla yapılmış gibi geldi. Ancak benim bilmediğim bir sonuç çıkmadı. Ben çok mu detaylı çalışıyorum, yoksa araştırmalarım ve tecrübelerim çok mu derindir bilinmez. Altmış yaşa gelinceye kadar epey çalışma yapmışız. Belki bu yüzden olsa gerektir. Bu konferansta; Hindistan, Pakistan, Afganistan gibi bölgelerde jeosiyaset, İran’daki Türk asıllıların durumu, Doğu Türkistan hakkındaki arkeolojik ve siyasi araştırmalar, Usul-ü Cedid hakkındaki çalışmalar, Sovyet dönemindeki din ve dil siyaseti, Kazakistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki Hristiyan Türkler, Türkiye’nin Avrasya bölgesindeki nüfuzu, Doğu ve güney Kırgızlarının siyasi bölünmeleri, Orta Asya’daki Kuşanlar hakimiyeti, Enver paşanın Orta Asya maceraları, Sovyet Döneminde Orta Asya tarihine bakış meseleleri, Orta Asya’daki NATO etkisi, Kafkasya’daki siyasi bölünmeler ve Karabağ konuları ele alındı.
Evet, görüşlerin yayınlanması, tartışılması ve pratikte uygulamaya konulması zorunluluğu farkediliyor. Ne yazık ki araştırma konularının hepsi geçmişle ilgili. Siyasetçiler o vakte kadar daha nice tartışma konuları bulacaklardır. Konuya böyle yaklaşınca tarihçilerin rollerinin sadece kaydetmeyle sınırlanacağını düşünmek cesaret kırıcı. Fakat onu da yapmak farz. Bu konunun Kazak siyaset adamlarının aklına gelmeyeceğine eminim. Çünkü biz Kazaklar siyaset belirleyemiyoruz, çünkü biz elimize başkaları tarafından verilen programları uygulamakla yetiniyoruz. Avrasya bölgesindeki siyasetin Astana’da uygulanması konusu İrina ve Aleksandr Selyeznef’lerin sunulmayan bildirilerinin özetinden açıkça görünmektedir. Güljanat’ın yapımcılığını üstlendiği Kırgızlar film gösterisi( ben Üniversite kütüphanesine AlaşOrda ile Milli Bağımsızlık hakkındaki kitapları hediye ettim) ve plaket dağıtımı sonrasında konferans sona erdi.
Yurtdışından gelen Kazak ve Özbeklerde vardı. Fakat onların fikirleri bana göre basit gibi geldi. Onların ilme bakış açıları bize göre daha yüzeysel gibi geldi. Bildirileri bir insan değil adeta yapay zeka sunuyormuş izlenimi vardı. Fakat ilim aslında her şahsın bireysel bakış açısını yansıtmaz mı? Galiba benim master talebelerimin çalışmaları bile bu bildirilerden daha samimi ve önemli görünüyor. Belki benim şahsi ilgim sebebiyle öyle görünüyordur. Ne yazık ki böyleleri, gelecekte yurtdışında falanca sene okumuş ve filanca uluslararası konferansa katılmış olarak bize gelir de bizim talebelerimizi küçümserse fikri beni kızdırmıyor değil.
Şahsi olarak benim çıkardığım sonuç şudur: bazen elimizin altındaki işleri ele almakta zorlanırız. Aslında bildiri özetlerini bilgisayar ortamında sunmanın büyük bir zorluğu yoktur. Bildirilerin ingilizcesini de önceden hazırlamak mümkündür. Üçüncü olarak, halkımızı tanıtacak şahsiyetler konusunda geride kalmışız. Askar Kudaybergenov ile benim “Milli ve Sovyet Cezalama Siyaseti” başlıklı bildirim beraber sunuldu. Bizlere sorular yöneltildi. Bizim oturumdaki tercüme işini bir Kırgız kızı üstlendi. Çok güzel tercüme etti. Kazaklar bu konuda Kırgızların seviyesinden de geri kalmışlar. Bu konuda da kabiliyetli olmak gerekirmiş.
Kahve molasında Komatsu beni göstererek Japon Casusu dedi. Kaynaklar konusunda bilgi aldı. O daha önce bu konuda çalışmamış. Türkçe biliyordu. Kazakça ve Kırgızcayı anlıyordu. Özbekçe konuşuyordu. Bu dört dile bir de Japonca telaffuzu eklersek, sohbetin nasıl ilerlediğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Sonunda Güljanat’ın tercümanlığını kullanmak zorunda kaldık. O sırada Güljanat: “Sizinle Zeki Velidi Togan’ın kızı Prof. İsenbike Togan tanışmak istiyor” dedi. Efendim?! Böylede ani tanışmalar olabilirmiş. Yüreğimi avucumun içine alır gibi bir hareketle İsenbike Begüm’ün avuçlarına koydum. “Bunun içinde sizin babanızın özlem duyduğu Alaş İstiklalinin Nefesi var” dedim. Gözleri yaşardı. “Babam ve Başkurtlardan sadece siz bahsettiniz” dedi. O kısa kahve molası sırasında yaptığımız bu görüşme bize uzun ve duygulu bir karşılaşma gibi geldi. Zeki Velidi’yi sorgulama ve onun geride kalan eşi konusunda bilgi verdim. Duyğulu bir tavırla: “ Ben babamın ikinci Tatar(Nogay) hanımından doğdum. Başkurtistan ve Kazakistan adı geçince babam göz yaşlarını tutamazdı. Sizin konuşmanız sırasında onu hatırladım. Geride kalan eşinin öldüğünü sanıyordu. Altmışlı yıllarda birinci eşinin hayatta olduğunu ve torunlarının bile olduğunu duyunca çok ağladı. Biz haberleşiyoruz. Ben de hocayım.” dedi. Zeki Velidi’nin sorgulamasını da konu alan “Uranım Alaş!” kitabımı: “Alaş İstiklalinin bir damla göz yaşı olarak İsenbike Begüm’e ithafla” yazısıyla kendisine hediye ettim. Resim çekildik. Nedense bir türlü ayrılamadım. Vedalaşmaya kıyamadım ve arabaya kadar uğurladım. Bu hayatta çok farklı kader kurbanlarıyla tanıştık. Fakat İsenbike Begüm ile tanıştığım zaman ki kadar heyecanlanmamıştım. Niye daha önceki günden beri haberim olmadı? Hayıflandım.
Askar Ağabeyimiz babası Kudaybergen Jubanof’u tutuklatan alimin suçunu kabullendiğini gösterdi. 1951 senesindeki özgeçmiş beyanında “Halk düşmanını belirleme görevinde aktif rol aldım. Bu meyanda Kudaybergen Jubanof’un milliyetçi teorisini açığa çıkardım.”, şeklinde ifadeler varmış. Bu bilgiyi Askar Ağabeye söyleyen akademik hakkında benim şüphelerim vardı. Bu konuyu Elmira yengenin koyu çayını içerken ele aldık. Ağabeyimizin kederi dağılmamıştı. Onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Benim de hatırıma Kudaybergen’in Alaş liderleri hakkındaki bazı fikirleri geldi. Ama artık onu kullanamayacağım.
Maltepe’deki ilmi değerlendirmeler günlüğün kaldırabileceği konular değil. Ertesi günü düşünerek günlüğü elime aldım. Sabahki rızkımız Tanrıdan. Yine orta parmağım sızlayacağı için uyuyamayacağım.